SULH VE DİĞER ŞİİRLER Ziya Osman Saba

SULH VE DİĞER ŞİİRLER  

Ziya Osman Saba 

Memleketimin sulh içinde idrâk ettiği bu haber günlerinde Hamit Macit Selekler’in Sulh ve Diğer Şiirler adı altında topladığı şiirlerini yeni baştan okumakla iki kat zevk duyuyorum. Kitabın asıl sanat kısmında aydınlık dolu şiirlerine, bir formadan fazla tutan ve sulh adına epey aykırı kaçmakta olan harp ilânına benzer bir mukaddimeden sonra, bir koridordan geçip ferah bir odaya çıkar gibi kavuşuluyor.Mukaddime’nin muharriri Avni Gida’nın sanat telâkkileri üzerinde münakaşa açmak istemiyorum, yalnızca Hamit Macit’in şiirlerini sevmekte beraber olduğumuzu söyleyeceğim.Sulh ve Diğer Şiirler kitabında şairin yuvarlak bir hesapla 15 senelik sanat mahsulü yer almaktadır. Bu 15 sene zarfında şiirimizin gerek dış, gerek iç bakımından ne kadar değişikliklere uğramış olduğunu, Sulh ve Diğer Şiirlefi okurken göz önünde tutarsak, Hamit Macit’in sanat telâkkilerindeki sarsılmazlığa hayran kalmamak elimizden gelmeyecektir. 

O, bütün bu 15 sene zarfında kendi köşesinde, kendi inandığı ‘güzel’i elindeki âletlerden bir tekini bile değiştirmeye lüzum hissetmeksizin yontmakta devam etmiştir. Bugün ortaya koyduğu eser birkaç cepheli bir billur gibi ışık saçıyor. 

Tetkiki kolaylaştırmak için bu cephelerden her birini teker teker ele alacağım: 

Aşk Şiirleri: Temiz, pürüzsüz bir aşkın, kitabın diğer bütün şiirleri gibi muntazam vezin, tam kafiyelerle örülmüş şiirleri. Onları, bir aşk saadetini tadabilmek için sık sık okuyorum. Fransız şiirinde de, böyle akıcı, rahat mısralarla aşk şiiri okumak istediğim zamanlar Henri de Regnier’yi açarım. 

Kitaba ismini veren ve bütün dünya sulh içinde iken yazılmış olan “sulh” serisine ait şiirler de birer aşk şiiridir. En mesut bir halayının şiirleri diyeceğim: 

İşte gün, dışarda serpilen ışık,
Düşen ses, solan yüz ve birkaç sayı,
Yüzün pençe pençe, saçın dağınık.
Beyaz örtüsüyle kurdun masayı. * 

Sofra hazır!” hava dalgalı ılık.
Sesin andırıyor gergin bir yayı.
Ve sen çok güzelsin sevgilim, artık,
Sildin basımdaki günlük tasayı. 

Bu balayıları içindeki yegâne ayrılık, harbe, ölüme gitmek için değil, sadece vatan hizmetini yapmak içindir. Ve şu tesadüfteki güzelliğe yahut şairin ailesi için, kışla karşısında bir ev tutmayı düşünmesindeki inceliğe bakın: 

Evimiz kışlanın karşısındadır,
Her gün akşamüstü pencereden bak.
Bir yıl nedir ki? O da su gibi akıp geçecek: 

Bir yıl bir su gibi akıp geçecek.
Ayımlık bir sabah, karşında gerçek
Ben bulunacağım. Sevineceğiz. 

Fakat bu bir yıl içinde genç subay elbette izinli de gelebilecek. İşte “İzin Verilirse” şiirinden iki parça: 

Kapıdan içeri girdiğim zaman,
Sabahla açılıp dolacak odan.
Saçlarını bir an okşayacağım,
Sonra diyeceğim “Ben geldim, uyan!” 

……………………………… 

Uzun kirpiklerin aralıklanır,
Yüzünde dağılmış saçların vardır,
Bir dakka önce rüyalarında
Gördüğü çehreyi gözlerin tanır. 

Ne yazık ki, izin de bitecek!.. Hattâ bitmeden ayrılık üzüntüsü kalplere çökmektedir: 

Diyorum: “Üzüyor bizi ayrılık”
Diyorum: “Başımda senin aydınlık
Gözlerin kalacak parlayacaklar.” 

Diyorsun En güzel bir deyişle sen,
Sesinde ürperiş, titreyişle
“Senseni seviyorum gözlerim kadar.” 

Nihayet gelip çatan veda saati: 

O, bir çocuk gibi kaldı ardımda:
Gözleri yaşlıydı, sesi titrekti.
Ben ona yaklaşıp ederken veda,
Bir şey diyemedi, içini çekti. 

Ne diyeyim, dostum Hamit Macit, ben de böyle aşk şiirleri yazabilmenin sırrına ermek isterdim! 

Memleket Şiirleri: Bu memleket parçası “Güzü nisanlara eş Antalya”dır. Cenup iklimi, aşk şiirlerini zaten tatlılaştırmakta idi: Ebedî bir baharda ebedî bir aşk!.. Daha kitabın başındaki sulh şiirlerinde şair şöyle diyordu: 

İşte Antalya ‘da ilkbahar açtı,
Kır yeşil, su yeşil, gözlerin yeşil. 

Fakat şair bu kadarla iktifa etmek istememiştir, işte kitaptan birkaç tane sırf memleket şiiri serlevhası: “Antalya”, “Antalya’da Sonbahar”, “Antalya’da Kışın İlk Günü”. Bu son şiirlerin tamamını alayım: 

Yaprakların tükendi rengi,
Altınla, donandı sanki dallar,
Ev, bahçe, sokak ve muz, hevengi
Boydan boya sonra portakallar. * 

Tek parça göğün derinliğinde
Birkaç bulut ince, ak ve solgun.
Bir mavi bakış serinliğinde
Antalya, deniz, birincikânun 

Antalya ve aşk!.. Bu iki konuyu daima işleyeceğine şair, bir şiirinin sonunda, nisan sabahına yemin ederek, söz vermemiş miydi: 

Mademki görüyor seni gözlerim
Nisan sabahına yemin ederim
Ki sesim andırıp gergin bir yayı
Anlatacak seni ve Antalya’yı. 

Tarih Şiirleri: 

Tarihi okurken diyorum ki:
“Gönlümde bu hasret bu alev ne?”
Sarmış beni daussılasıyla
Niş, Kosova, Mohaç, Varna, Plevne! 

Bir şair, tarihi ancak böyle yer yer kederlenerek, yer yer kahraman kesilerek okuyabilir: 

Geçmişi anarak coştuğum zaman
Kendimi Budin’in beyi sanırım. 

Yahya Kemal’den sonra en güzel tarih şiirlerini bizde Hamit Macit yazmıştır diyebilirim. 

Harbe Dair Şiirler: Mazi kadar, içinde bulunduğumuz günler de, yaşamakta olduğumuz korkunç tarih de Hamit Macit’i alâkalandırıyor. Temiz aşkını dinlediğimiz şair artık, üç çocuk babası olmuş, İkinci Dünya Harbi de başlamıştır: 

Üç çocuk babası genç, otuz iki yaşında 

…………………………….. 

Her kanat kırıldıkça kaç gönül parçalanır,
Bu anda, bilmiyorum, kimler ağlamaktadır?
Çocuğumu göğsüme çekiyor ağır ağır
Diyorum: “Senden önce Tanrım beni alsın da.” 

Kitaptaki bu, harbe dair şiirlerde bir Tevfik Fikret isyan ve heyecanını bulur gibi oldum. Tevfik Fikret de sağ olsaydı, 1939 Rus Fin Harbi’ndeki, Fin mukavemetini böyle övebilirdi: 

Sonsuz saygı duyacak tarih bu destan için,
Siz ki hürriyet için, hak için, vatan için,
Medeniyet uğruna, namus, şeref, şan için,
104 gün kahramanca hasma göğüs gerdiniz,
Milletimin erdiği mertebeye erdiniz… 

Çocuklar: Kitapta bir de “Çocuklar” diye bir kısım var. Kitabın en küçük kısmı: Üç sayfacık! Şairin üç çocuğundan en küçüğü, göğsüne çekip “Senden önce Tanrım beni alsın” diye yalvardığı oğlu Rüşdü, üç yaşında hayata gözlerini yummuştur. O öldükten sonra da artık, bütün çocuklara karşı şairin hassaslığı artmış bulunmaktadır. İşte kitabın en beşerî ve şairin kitaba girmiş en son şiiri olan “Çocuklar”dan birkaç kıta: 

……………………. 

Dağınık saçları alınlarında
Çocuklar, perişan, sevimli, fakir. 

Çocuklar, yakından tanıdıklarım:
Birisi her akşam gazete satar,
Öbürü bir anne dizinde, yarım —
Örtüler içinde arsada yatar. 

Daha ötedeki bir lokantanın
Kapısı önünde bekler öğleyi.
Çeşmenin yanında duran sarışın
Büyüyor bilmeden “anne ” demeyi… 

ve kitabın en acı beyiti, küçük Rüşdü Selekler’in mezarcığını anlatmaktadır: 

Görseniz ne kadar küçük ve hazin
Merkezefendi’de kalan mezarı. 

Antalya, cenup, portakallar, muz hevenkleri, ebedî aşk, ebedî bahar, sonra Merkezefendi’de küçük bir tümsek!.. Hangi hayat pürüzsüz, tamamıyla mesut geçebilirdi!.. Şair baba, kitabını küçük Rüşdüsünün ruhuna hediye etmiştir. 

Yücel, S. 99, Temmuz 1944.