Hamit Macit Selekler adi şiirseverlerin yabancısı değildir. Sulh ve Diğer Şiirler, on üç yıl öncesine ait olsa da, unutulmamıştır. On iki yıllık bir susuştan sonra, şair, ikinci eserini, İyilik”! , hem Sulh ve Diğer Şiirleri de içine alarak yayımlamak suretiyle, eski anılanları tekrar canlandırmış oluyor.
On iki yıl ve sadece 24 şiir … İlk şiirlerinin dışında yazdıklarının toplamı bu. Bunun bir anlamı olmalı. Nitekim şair, kitabının başına koyduğu iki motto ile sanat anlayışım açıklamak istiyor bize. Birincisi şu: “Eserinize, düşmanınız tarafından meydana getirilmiş gibi bakınız, onu hayranlıkla seyrederseniz mahvolursunuz.” (Samuel Butler). Demek ki şair, her yazdığını beğenmiyor, üzerlerinde uzun boylu duruyor, ve belki de, her, şiirini kitabına almıyor. Kitaptakiler, muhakkak, zamanın süzgecinden geçen ve şaire “olmuş” fikrini veren parçalardır.
İkinci motto, sanatçı ve onun kişiliği ile ilgili ; bir İngiliz yazarının: “Biz musiki yapıcılarıyız; rüyaların rüyasını kurarız; cihanlar kaybeder, cihanlardan vazgeçeriz; fakat dünyayı ebediyen sarsan ve harekete getirenler de bizleriz.” (Arthur O’Saughnessy).
Her iki söz de, Selekler’in, şiir alanına gelişigüzel ve uluorta atılmadığını “lisan-ı hal” ile anlatmaktadır. Bu görüşle ve bu görüşten hareket eden şairin, birşeyler yapmak istediğini kestirebiliriz. Şairimiz, amacını açıklamakta gecikmiyor:
Yaşamak istiyorum\ mısralarımda
Hamit Macit Selekler, Sulh ve Diğer Şiirler’i verdiği günden beri, tutumunu hiç değiştirmemiş. Kitabı ister baştan okuyun, ister -Sulh Ve Diğer Şiirlerdin bulunduğu- ikinci bölümden başlayın, anlayış ve teknikte hep aynı kaldığım görürsünüz.
Gerçekten o, yeni şiir akımı içinde serbest nazmı kullanmıyan sayıh şairlerden biridir. Hece ile yazıyor, hecenin de en çok 6+5,7 ve 7+ 7 kalıplarını kullanıyor. Manzumeleri ya sone biçiminde, ya da dörtlü ve üçlü kıtalar halinde. Bent şeklinde olanlarla düz kafiyeler de var. Çünkü o, şiir dünyasını herkese uyarak değil, uygun gördüğü biçim ve düzende vermek kararında.
Şiirleri aydınlık, pırıl pırıl, huzur dolu bir dünya seriyor önümüze. Bu yönden Ziya Osman Saba’ya çok benzer. Mutluluk, iyimserlik, barış, iyi günler… İstedikleri bu, özledikleri bu. Fakat ikisinde de bu özlem, “otlar gibi yaşama” arzusundan doğmuyor. Sünepe ve sümsük bir hayatın âşıkı değiller. Özellikle Selekler, savaşçı bir ruh taşıdığını da saklamıyor. Harbe Dair manzumesinin şu dörtlüğünde, yurt için ölmenin yüce şiirini tadıyoruz:
Yaşamak otlar gibi,ölmek bir destan için
Ölmek daha yükseğe yükselsin diye Bayrak
Arkada sevgililer, çocuklar bırakarak
Ölmek bir vatan için…
Zaten, yurt sevgisi ve kahramanlık duyguları tema olarak şiirinde baş yeri tutuyor.
Püfür püfür esen bir Boğaz görünümünü;
Emirgân korusunda bir yaz akşamı Boğaz,
Şad olmayan aşkların yadiyle dolu mevsim
Gül koynunda pervasız büyütülen mest-i naz,
İnce bir İstanbullu, rindane şair Nedim.
(Akşam saati)
mısralariyle çizen şair, bir bakıyorsunuz, eski fetih günlerini anıyor:
Nerde, bahar gelince yedi iklim dört bucak
Yalın kılınçlar gibi akına giden erler,
Ridaniye’de zafer kazanan başbuğ hani
Beç kalesine dehşet salan şehsuvar, nerde ?
(Nerde)
Böyle zamanlarda ruhunda “akıncı cetlerinin ihtirası” tutuşur; dudaklarında bir isteğin yandığım, bir ateşin şakaklarını yaktığını hisseder. Adeta bir başka kimliğe bürünür, ve meselâ kendini Budin Beyi sanır :
Tuna’yı görmedim, fakat, tanırım.
Bir ümit önünde koştuğum zaman,
Geçmişi anarak coştuğum zaman
Kendimi Budin’in Beyi sanırım.
(Tarih III)
Şiirlerinde çocukların ve çocukluğun özel bir yeri vardır. Kalbi yaralı bir baba olarak—zira bir çocuğunu toprağa vermiştir—,onlar için açınırken, bu duygu, kendisini çocukluk günlerine kadar götürür. Çocukluk çağı.. “Günler boyunca —Bir masal âlemi gibi kanadlı” yaşamak kadar inşam mutlu kılan ne vardır ki? Herşeyden habersiz, acı ve tasa bilmeden geçen çocukluğumuz…
Yaşamak bilmeden ne olduğunu
Kâinat, çocuklar, dünya, çocuklar.
Yaşasam bilmeden ne olduğunu
Benim kaybettiğim rüya, çocuklar.
(Çocuklar II)
Gözünü en çok çevirdiği konulardan biri de yurt köşeleridir. Hele Antalya, “güzü nisanlara eş” bu güney incisi, doğup büyüdüğü şehir, şiirinin ayrılmaz bir öğesidir. İşte Antalya’da Sonbahar :
Burada sonbahar altın akşamlar—
İçinde körfeze akseder, yanar…
Şehrin tablosunu yer yer tamamlar
Hurma dalı, muz, hevengi, portakal.
Nisan, şairin en sevdiği ay, Tevfik Fikret, Aveng-i Şuhûr’da ayları ilk defa şiire sokmuştu. Selekler ise terennümlerinin çoğunu nisana ayıran şair olarak kalacak. Nisan Şiirinde o,
Yabancı kokular getiren Nisandır.
Nisan Sabahında ise :
Nisan, bir havadır denizden gelen.
Nisan 1955 daha başkadır :
Nisan, çocuklukla gençlik arası
Çağımın solmıyan tek hâtırası.
Bu kırk sekizlik şair, yürek çarpıntılarından yana da zengindir; “metler, cezirler” başından eksik değil. Gönlü “gani” bir kişi de:
Cömerdim, bezletmek şanımdır, gönlüm
O, sevgide “ebedîlik sırrı”nı buluyor. Azap çeksek bile, dünyada adimiz ancak onunla anılacak :
Ebedîlik sırrı vardır sevgide
Gerçi gönül azap çeker bunalır
Dünya defterinde adımız kalır.
Son döneme ait şiirlerinde, hayatın sona yaklaştığını ve ölüm duygusunun yavaş yavaş belirdiğini sezdirmektedir :
Viran bahçelerde başlıyor kışım
………
Yollar, upuzun yollar, eşkin kır atım yok
Gökler i hasretim dolu gökler, kanadlarım yok
Yerim her zamandakinden toprağa daha yakın
………
Geç kaldım, şu dağın arkasında kış…
Şu birkaç yılın şiir verimleri arasında İyilik’in apayrı bir esinti olduğunu duymamak imkânsız. Aşk, umut, dostluk, iyi günler, yurt güzellikleri, taribimizin altın sayfaları “sırrına erişilmez; bir ruh zenginliği ile” şiire mal edilmiş. Şiirimiz, Hamit Macit Selekler’in kaleminde “her yandan hülyamızı dolduran” bir genişlik kazanmıştır dersek, sadece gerçeği ifade etmiş oluruz. (Türk Dili)