İYİLİK Behçet Kemal Çağlar

 

Sene: 1929. Türkiye’nin Mustafa Kemal günleri. Mustafa Kemal’in şehrinde yirmi yaşımdayım…… Ankara’da kalmaya büyük ateşte ısınmaya ve karınca kadarınca bir uçtan büyük yaratmaya katılmak kararındayım.

………

Kayseri Lisesinden ahbap Kırşehir’li bir arkadaşla oturduğumuz Cihan Kıraathanesinde Atilla Rüştü isimli bir hemşehrisiyle tanışıyorum….. Şiire müthiş hevesli; yazmaya da dinlemeye de. Edebiyatçı arkadaşlarını bir bir bana tanıtıyor. Daha o zamandan muhterem babasının uzun saçları ensesinde, büyük fikirleri kafasında  hikayeci Samed (Ağaoğlu)……Bol kaşları altında ve iri kafası içinde gündelik endişelerle büyük davalar kaynaşıp duran hatip Hıfzı Oğuz (Bekata). Dal boyu, şeffaf derisi, geniş alnı ile hepimizden daha şair ve daha çocuk Ahmet Muhip (Dıranas)… Ve bir gün, birden hepimizi okuduğu beş-altı mısralarla büyüleyeveren, büyük başlı, derin gözlü, içine kapanık, Antalya’lı Hamit Macit…

Yeni Ankara’nın doğuran ve yaşatan sokaklarında, taşkın ve arayıcı bir ruhla dolaşıp duruyoruz. Dudaklarımızda coşkun mısralar var. Henüz bir şeye benzemeyen mısralarımızı genç sesimizin pürüzsüz ahengi ve etrafımızdakilerin coşkun takdiri ile uzak geleceklere kalacak emsalsiz ilham sesleri sayıyoruz. Oturduğumuz kahvede bizim seslerimiz nargile tokurtularını ve kamyon seslerini bile bastırıyor. Okuyor, okuyoruz. Biz de kaygısızız, memleket de kaygısız. Toptan uyusak bile bizi yukarı tepede bekleyen bir uyanık var. Mustafa Kemal’in mirasyedi çocukları gibiyiz. “Ekmek elden, su gölden” değilse de heyecan, şevk, gurur ve huzur tümen tümen… Bakın Hamit Macit o günlerimizi, bu yeni kitabının kırkıncı sayfasında ne güzel anlatmış:

Hayalleriyle hudutsuzdu onsekiz yaşımız

O yaş ki her günü parlak büyük zaferlerdi,

Zamanla solmayacak bir bahara benzerdi;

…….

… bir şiir, tavlaya, kağıda yazılır da her gün cam bardakçıklardan rengini seve seve içtiğimiz çaya yazılmaz olur mu? Bir gün Hamit Macit elinde bu şiirle çıkagelmişti:

Şeklalır semaverde
Gümüşten, şeffaf bir sır,
Porselen kadehlerde
Süzülmüş renk ve ıtır.

Bu artık öyle sigara paketleri arkasına çiziktirip harcanacak bir ilhamın mahsulü değildi. Hamit Macit, kahveye ve sokağa yayılmıyor, odasına kapanıp içine çekiliyor ve bize gerçek sanattan, gerçek çileden, gerçek ilhamdan haberler getiriyordu!…

Nihayet, Ankara Hukuku’nu başarı ile bitirdi. Memleketi Antalya’ya döndü. Oradan ince ve kıvrak, olgun ve derin sesler vermeye başladı:

Dalmış seyrediyordum baharı penceremden;

Gün, pancurlara konan iki kuşun sesiydi,

Yahut, karanfillerle bir çiçek bahçesiydi;

Başka bir tat ve huzur duyuyordum meltemden.

 

Artık portakal bahçeleri içinde dünya evine de girmişti. Hakimliğin ciddiyeti, kocalığın sadakati, babalığın şefkati onu üç yanından sarmıştı. Bir yanı yine sanata, şairliğe, güzel serseriliğe açıktı diye düşünmeyin! O, hakim olunca iyi hakim, koca olunca iyi koca, baba olunca iyi baba olmak için doğmuştu. Düzgündü, dürüsttü, şerefine ve gururuna toz kondurtmak istemezdi……. Artık eski ateşi pek kalmamıştı. Zaman oldu senelerce bir şey yazmadı, yazdı ise de beğenmedi veya ürktü sakladı. “ O eski bahar, o kalb o ateş nerde?”  Şair olarak bittim sanıyor ve başka güzel şeylerle, eser yerine evlat yetiştirmekle, sanat yerine adalet dağıtmakla oyalanıyordu.

Ağaçların yeşile, denizin laciverde

Tekrar erdiği vaktı, hatırlarsın, şafaktı;

İlkbahar bahçelerde nemli, yaprak yapraktı

Seninle buluşmuştuk yine her günkü yerde.

 

 

Fakat bu kadar ahenkli, tertipli ve sanatlı “nerde o günler?” diyebilmek henüz ve hâlâ o günleri bir taraftan yaşıyor ve geliştiriyor olmak demekti. Aradan böylece yıllar geçti. Ondan hiçbir haber alamıyorduk. “O da çoluğa çocuğa karıştı” diyorduk. Bir aralık İstanbul’da adı duyuldu; şair olarak değil, hakim olarak. Sonra, Çanakkale’ye tayin oldu. Ben o sıralarda İstanbul radyosundaki “Şiir Dünyamız” saatinde Divan, Halk, Tanzimat, Edebiyat-ı Cedide ve Hece şairlerini bir bir anlattıktan sonra, sözü yakın dünün ve bugünün şairlerine getirmiştim. Hamit Macit’i anmadan, o zamandan aklımda kalan mısralarıyla süslediğim bir küçük konuşma yapmadan edemedim. Bundan sonra, ondan yeniden ses gelmeye başladı. Yeniden yazmaya, yahut yazmış olduklarını meydana dökmeye girişti. İşte bugün de elimizde bir yeni şiir kitabı var: İyilik! Hamit Macit’i bir kelime ile hulâsa etmek ister misiniz? İşte: İyilik! Zaten insanın da bir kelime ile hulâsası bu değil midir?  Hamit Macit iyi bir insan ve iyi bir sanatkârdır. Aslına bakarsanız, iyi sanatkârın iyi olmasından daha tabiî ne vardır? Güzele, iyiye ve yüceye her an hasret çeken, her an hasretini dile getiren, kendisine olduğu kadar okuyanlarıyla, dinleyenlerine de gündelik kaygılardan ve hasis menfaatlerden ötede, büyük ve güzel, yüce ve derin şeylerin göğünde kanat alıştıran bir rehber…

Şairi eskiden Divancılarca hünerci, Edebitat-ı Cedideciler derbeder ve melankolik, bizim şimdiki çocuklar da garip ve tuhaf göstererek, itibardan düşürmeye epeyce gayret ettiler! Fakat sanat Tanrısı, Hamit Macit gibilerden razı olsun ki gerçek şairi bize tanıtmak, sevdirmek ve saydırmak imkanını yaratıp duruyorlar. 

 

20.Asır, Cilt:9, Sayı:224,Sayfa:22, (29.10.1956).