İLK KÖŞE’DEN Samet Ağaoğlu

 

…Edebiyat ve yazarlık hatıralarım “Genç Türk Edebiyatı Birliği” ve “Hep Gençlik” dergisi ile başlar. Ama bu başlangıcın hedefi büsbütün başka idi. Yıl 1929. Ankara Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyim. Sınıf arkadaşlarım arasında Hamit Macit Selekler, Zeki Kumrulu, Atila Ali Rüştü, Edip Alp gibi edebiyatı sevenler, yayımlanmayan şiir ve hikaye yazanlar da var. Fakat ne onlar, ne ben, ne başka arkadaşlar bir sanat kuruluşu düşünmüyorduk. İstediğimiz İstanbul Darülfünunu’nda (Üniversitesi’de) olduğu gibi bir öğrenci cemiyeti kurmaktı. Halbuki Fakülte idaresi buna izin vermiyordu. O zaman aklımıza hedefe başka bir isimle erişmek geldi. Fakülte idaresi buna karşı çıkamadı tabii. Ama Fakülte’nin başkanı rahmetli Cemil Bilsel, “Samet bu davada beni kurnazca yendin” demekten kendini alamamıştı. Şu var ki, bir bakıma yine onun istediği oldu, kurduğumuz birlik kısa zamanda sadece bir edebiyatçılar topluluğu manzarası aldı. Birliğin başkanı da ben oldum. Birliğin kuruluş tarihi 1.1.1929. “Hep Gençlik” dergisinin ilk sayısının tarihi Mart 1930. Aşağı yukarı bir yıl sonra. Yazarlar arasında kuruculardan ve Hukuk Fakültesi’nden olmayanlar göze çarpıyor. Yazıların hemen hepsi de sanat ve edebiyat üzerine.

Ancak üç sayı çıkan bu degide kimlerin yazısı vardı?  Muhip Dıranas, Behçet Kemal Çağlar, Hamit Macit Selekler, Hıfzı Oğuz Bekata, Zeki Kumrulu, Cevat Perin, Atila Ali Rüştü, İbrahim Saffet Omay, Edip Alp Hilmi, Adnan Sacit  ismi ile ben ve daha başkaları. Bu kadrodan iki şair büyük şöhrete ermiştir. Dranas,  Çağlar. Hamit Macit Selekler edebiyat tarihine ismini yazdırdı. Bu tarihte hikayeci olarak benim de bir yerim oldu. Hıfzı Oğuz Bekata yazarlığına daha sonra kendi çıkardığı “Çığır” dergisi ile devam etti.

…………………………

İki yıl yaşayabilen bir Edebiyatçılar Birliği, ancak üç sayısı çıkabilmiş bir dergi. Ama sonelli yılın edebiyat tarihinde yer alabildi. Muhip Dıranas, Behçet Kemal Çağlar, Hamit Macit Selekler gibi şöhretler hemen hemen ilk eserlerini “Hep Gençlik” te yayınladılar. Benim ilk hikayem, ilk yazılarım yine orada çıktı. Hıfzı Oğuz Bekata yazı hayatına bu dergiyle başladı.

………………………..

Ankara Hukuk Fakültesi’nde tanıdımHamit Macit’i. Birkaç ay sonra aramızda dostluk bağını beraberce hiçbir zaman kopmamak üzere düğümledik. Yıl 1929. Fakültenin birinci sınıfı. Şiirlerinden önce hafif esmer, yuvarlak sevimli yüzü, bol saçları, biraz avare giyinişi, neşeli alaylı konuşması beni sardı. Şairliğini bir hevesten ibaret sanmıştım. Ama çok geçmedi, ruhunun bu derinliğine indim. Yanımızda bir kısmı yine şair, bazısı benim gibi şiir meraklısı başka arkadaşlar da vardı. Mesela şimdi Anayasa Mahkemesi eski üyesi Avni Givda, Muhip Dranas, Edip Alp Hilmi, uzaktan akrabası, soyadını hatırlayamadığım Nuri (Tarhan, ed.notu) gibi. Bu halka birkaç ay sonra “Hep Gençlik” dergisinde Behçet Kemal Çağlar, İbrahim Saffet Omay, Zeki Kumrulu, Cevat Perin, Sıtkı Korkmaz ve daha başkaları ile genişleyecekti. Fakat Hamit Macit’le benim arkadaşlığımızda ötekilere kapalı bir başka köşe vardı. Sınıf arkadaşımız genç bir kızın kahkahaları, alayları, şakaları ile dolu bir köşe!

Selekler’le arkadaş olduktan kısa bir zaman sonra arada bir beliren bir hali dikkatimi çekti.Zaman zaman herkesten uzaklaşıyor, başı öne eğik, bazen saatlarca kimsenin yüzüne bakmadan, dudaklarında kendi kendine konuşur gibi belli belirsiz hareketler dolaşıyor, tekrar yanıma, yanımıza yeni bir şiirin henüz düzeltilmemiş mısraları yazılı kaatlara dönüyordu. Hiçbir iddiası olmayan, “sanat sanat içindir, sanat toplum içindir” gibi sloganlara ilgisiz şiirler. Yalnız ruhunda duyduğu sesleri kafasında kelimeleştiren şiirler. Evet ruhunda duyduğu sesler. Kendisi gibi onlar da gösterişten uzaktılar. Ama yine kendisi gibi sevimli, yumuşak, okşayan sesler. İşte 1930’da “Hep Gençlik” dergisinde çıkan bir şiiri

OL

Ruhuma dol ve eri,
İşle ufka seheri,
Kızıl alev gülleri
İncileyen şebnem ol.

………………….

Kalbini koy bir sesin
İnce aksine hazin-
Yalnızlığı söylesin:
Emel, ümit, elem ol.

İşte 1950-1955 arasında yazdığı bir şiiri:

ESKİ ŞARKI

Nedir eski şarkıları dinlerken
Duyduğum bu ateş, daüssıla mı?
Sularda başlıyor bir güz akşamı
İçimdeki sızı ne kadar erken…

……………………………….

Renkli günler, bahar boyu yolculuk,
Yıllar yılı, yollar boyu yolculuk,
Heyecanla sarsılarak arayış…

Ve bulmak bir nisan sabahı Sen’i,
İstemek aşkımı benimsemeni…
Geç kaldım , şu dağın arkasında kış…

Yukarda sadece bir cümle ile dokunduğum köşeyi şimdiye kadar herhangi bir yerde yayınladığını sanmadığım bir şiirinde şöyle canlandırmıştı:

“Bize her gün onunla neşe gelir

Daima şen, şirin ve neşelidir,

Bazı süssüz kıyafetiyle onu

Sanırız bir demet hanım elidir.

İki kalp her zaman baharı anar-

Gibi meftun o ismi anmadalar

Samed’in düşmüyor dilinden adı,

Hamid’in daima dilinde o var.

……………………………….

Bizi bir demde sarmış olsa hüzün,

Kalsa bir lahza kalbimiz üzgün,

Biz onun isteriz tebessümünü

O gülüşler şifası gönlümüzün

……………………………….”

Eski harflerle yazarak yeni harflerle imzaladığı şiiri bana verirken altına koyduğu tarih şu: Ankara, Haziran-Temmuz 930. Tam 47 yıl önce!

……………………………………………..

Fakülteyi bitirdikten sonra ben Strazburg’a gittim, o da memleketin çeşitli yerlerinde hakimlik görevlerine. Hemen hemen üç yıl birbirimizden habersiz kaldık. Ancak 7 Eylül 1934 tarihinde askerliğini yaptığı İstanbul’dan bir mektubunu aldım. Özel hayatının bir meselesinden acı acı şikayet ettikten sonra askerlik hayatını anlatıyordu:

“Günler pek boş ve pek sıkıntılı geçtiğinden içimde her gün biraz daha ziyadeleşen üzüntü ve isteksizlikle kışla hayatının sonunu bekliyorum. Öğrenmem lazım geleni iki ayda öğrendim.Sonra… Yeknesak olan her şeyin verdiği tatsız sıkıntılar… Bu böyle olacaktı da beni eşimden, işimden, aşımdan ve maaşımdan neden cüda ettiler (ayırdılar). Karavanadan yemek yiyeceğim diye cebrinefs (kendini zorlama) etmek, üçte bir aylıkla idare olmak, uzakta kalan, şişman, utangaç, vefalı nişanlıma mektup yazmak ve günün mütenevvi (çeşitli) işleri yerine sağa dön, sola dön veya topçular in, topçular bin ile uğraşmak… İşte günümüzde başımıza gelenler.

“Günleri böyle geçenlerden iyi mektup beklemek abes olur (boş olur) . Ben artık bu kadar yazabilirim. Hiçbir zaman askerlikten yazı ile şikayet etmemek niyetinde olduğumdan tafsilata girişmiyorum. Nineler, iyi diyelim de iyi olsun derler. Güzel bir sözdür. Ben de iyiym diyeyim iyi olsun. Gözlerinden öperim.”

1951’de yazdığı bir mektup Hamit’in iç dünyasından bir perde anlatıyordu:

“İçimde gitgide artan bir onsekiz-yirmidört yaşların hasreti var. Sanıyorum ki o günlerden konuşursam, o günlerden yazarsam, vahi (boş) hayaller kurarsam, günlük yorgunluktan, sıkıntılardan uzaklaşacağım. Daha kırk iki yaşında ihtiyarladım mı, bu ne böyle, orasını tahlil edemiyorum.

“Geçenlerde elime kalemi aldım, o zamanki beni taklit ederek mısralar yazmak istedim Hani aruzlu yazmağa özendiğim olurdu:

Hayalleriyle hudutsuzdu on sekiz yaşımız:

Gelir gibiydi çok uzaklardan

Kanatlarında şafaktan parıltılar taşıyan

Açık denizleri göklerde feth eden kuşlar…

……………………………….

Liman, huzur ve saadet, uzakta şanlı deniz

Ilık ve gölgeli yollar ve yol boyunca bahar…

“Meğer biz ne kadar çok “ve” kullanırmışız!

“Fakat görüyorum ki arkadaşlarımın boylu boyunca baharla dolu, ılık gölgeli yollarda gözleri yok. Hepsi de zahmetli yokuşlara tırmanıyorlar. Sana karşıdan bakarken hükümet mesuliyetinin ne kadar ağır olduğunu sezer gibi oluyorum. Kısa süren müfettişliğim sırasında bu vatanı yer yer dolaştım. Bu topraklar üzerinde yaşıyanları tanımağa uğraştım. Asla değişmeyeceğini umduğum kanaatıma göre bu vatana paha biçilmez, bu millet manevi vasıfları en üstün milletlerden biridir. İşleri halledilmemiş meseleleri, dertleri çoktur, sevgiye, saygıya, hizmete layıktır.

“Fakat ben bunları yazmak için kalemi elime almış değildim.Bundan en az yirmi sene öncesine dönmek istiyorum. Bu istekle zaman zaman  Behçet Kemal’e, yahut Ahmet Muhib’e.. bir arkadaşa yazıyorum.

“Dava dosyalarını okumak, duruşmadan önce hazırlamak, mahkemeyi idare etmek, karar vermek ve verilen kararı yazmak.. Bir hakimin her satını doldurur, hele ağırceza hakimi ise.. Ama arada sırada böyle mektuplar yazarak 20 sene önceyi arıyorum…

Hamit’in ölümünü bir akşam televizyonun haberler yayınından öğrendim. Bütün hatıralarım gözlerimin önünde canlandı bir anda. Yalnız bir arkadaşımı değil, hayat macerama renk veren insanlardan biri artık yoktu.

Samet Ağaoğlu. İlk Köşe. Ağaoğlu Yayınları, Ekim, 1978.