Şiirimize emeği geçmiş bulunan ve şiirimizde kendine göre bir yeri olan Hamit Macit Selekler’i kaybettik. Anadolu Ajansı menşeli ölüm haberini yalnız bir gazete spor sayfaları arasında verdi. Bu kısa haberde onun şairliğinden, sanatçı kimliğinden söz edilmiyordu. Futbolculara, şarkıcılara, sinema artistlerine sayfalar ayıran gazeteler bir şairin ölümünden iki üç satırla olsun bahsetmeyi çok görmüştü. Hisar ve Varlık dışında kalan sanat dergilerinde de Hamit Macit Selekler hakkında tek satıra rastlamadık. Bu üzücü olay hakkında ne düşünüyorsunuz?
-Haklı sınız. Dediğiniz gibi üzücü olay hakkında ben de ne düşünebilirim. Acı acı söylüyorsunuz işte, size katılmamak elde mi?
Selekler’in ölümü, mümkün ki, bir çok dostları gibi, ben de pek geç haber aldım. İlk gün, acı haberin ailesi tarafından gazeteye verilişinde, bir aksaklık olmuş olabilir. Ama ertesi ya da daha ertesi günü basın kendisine düşeni yapabilirdi. Yapmıyor. Bu hal, ilk kez, ve ilk Hamit Macit ile görülmüyor. Öteden beri bu ilgisizlik böyle. Nedenini araştırmak uzun ve, ve de boşuna. Sanırım Türk basınının, tiraj yükselimiyle birlikte başlayan gelişme yönünde bir olumsuzluk var, bir yanlışlık var.
Ne gibi?
-Yani, olayların hakkını vermek. Haberleri değerince belirtmek, toplumun bütün alanlarında dengeli bir yansıtıcı olmak gazeteciliği eksiltmez, artırır. Bizde tiraj artımına belli tarzda, belli konularla gidilir sanılıyor. Heybenin, bu yüzden daha çok bir gözü şişiriliyor, onun için de sarkıklık oluyor. Doğru bir düşünce midir bu? Bir saplantı olmuştur ve giderek gazeteleri yer yer boyamıştır. Böylesi bir makyajı başka dünya basınında göremezsiniz. Süslenmeye kesesi elvermeyen, daha çok sol yanda, gazeteler de gazeteciliklerini bir takım sloganlara hapsedip, hep bir ağızdan, koro halinde ses vermeyene yüz vermiyorlar, ölü yahut sağ. Yani onların heybeleri de bir başka yana sarkık. Hulasa bu böyle. Üzüntünüzle gelen soru beni de biraz şaşırttı galiba, olmadık düşüncelere saplandım. Ama görüyorsunuz dile bunlar geliyor.
Dergiler yeterli değil. Yine haklısınız. Çünkü, Hisar ve Varlık dışında, başka dergilerde Hamit Macit hakkında bir şeylere ben de rastlamadım. Yazık. Bunların bir kısmı bütün Türkiye sanat ve edebiyatının dergisi olduğu iddiasındalar, sonra açın sayfalarını; aynı isimler, aynı resimler, aynı kesimler… Saplantılar, saplantılar, saplantılar. Ve Hamit Macit’ten eser yok. Neylersiniz?
-Sizin Hamit Macit Selekler’le yakın dostluğunuz olduğunu, hatta bir ara birlikte bir sanat dergisi çıkardığınızı öğrenmiş bulunuyoruz. Selekler’in şiirleri ve kişiliği hakkında bilgi vermenizi, çıkardığınız derginin adını, kaç sayı çıktığını, dergiye kimlerin yazdığını açıklamanızı ve ilginç bir hatıranız varsa anlatmanızı dileyeceğiz.
-Dostluğumuz şöyle: Yaşantımız birbirine komşu geçmedi. İlk gençliğimiz birlikteydi. Sonra koptuk. O başka illerde dolaştı, ben başka yerde, daha çok belli bir yerde. Bir dernek ve dergide başlayan dostluğumuz uzaklardan, birbirimize değinmesek bile, sürdü. Şiirlerimize tutunarak bu dostluğu pekala sürdürdük. Bir kez Sinop’ta, bir kez Çanakkale’de, biraz İstanbul’da ve son yıllarda Ankara’da ama seyrek görüştük. O hep bir yargı kürsüsünün ağırbaşlı adamı idi. Kendi şiirine ufak ufak, şöyle bir dokunurdu. Ama başkalarından bol bol şiirler okumadan edemezdi. Her zaman kendi şiirinde ve şairliğinde garip bir çekimserliği vardı. Şiire ilk çıkışı 1930 lardadır, adını sorduğunuz dergide: “Hep Gençlik” dergisinde. Sanırım dört sayı kadar yayınlandı bu dergi. Mesela “Kal” şiiri, “Çay” şiiri o dergide yayınlanmıştır. Bir o tarihleri düşünün, kırk yılın ötesi, bir de “Kal” veya “Çay” şiirini düşünün; bugün yazılmış gibi taze; anlarsınız Selekler’in önemini.
GERİSİ ALTTA DEVAM EDİYOR
Bir derneğimiz vardı:”Gençtürk Edebiyat Birliği”, “Hep Gençlik” bu derneğin dergisiydi. Kuran ve çıkaranlar şunlardı: Hamit Macit, Behçet Kemal, Samet Ağaoğlu, Sahir Kurutluoğlu, İbrahim Saffet Omay, Hıfzı Oğuz Bekata, Sıtkı Korkmaz, Attila Rüştü, Cevat Perin, Edip Alp ve daha bazıları, ben… Tümü şiir, nesir o dergide yazıyorlardı. Hemen hep Hukuk Fakültesi’nde öğrenci idiler. İlginç bir hatıra, belki şu: Kendimizi göstermek için hücum edecek bir şöhret aradık. Devrin Yakup Kadri’sini bulduk. 1930 lar. İmzasız, şimdi hatırlayamadığım bir nesircinin kaleminden, bir yazı yayınladık ve Yakup Kadri’yi yerdik. Eserinden çok kişiliğine hücum ettik galiba, hatta İsviçre’deki tedavisine de el attık. Şimdi düşünüyorum da bu adet, bir görenekti ve bize önceki kuşaktan geçmişti. Onlar birbirini çekemez, dövüşür, küfürleşir, durmadan inkarlaşırlardı. Sözüm ona fikir, edebiyat. Yakup Kadri’yi haksızcasına üzmüş olduğumuz belli idi. Bize biraz da asabi bir cevap verdi ve şu cümleyi kullandı: “Ben sırtında çarmıhını taşıyan İsa gibi, bu hastalığın çilesini çekiyorum. Allah’ın yarasını niçin acıtıyorsunuz?” Hep üzüldük ve pişmanlık duyduk. Fakat Hamit Macit baştan bu oyunun dışında kalmıştı. Mizacı onu, hiçbir zaman haksızlığa, serte, savaşa itmiyordu. Daha doğuştan, geniş alnına, iyilik, barış, sevgi yazılmıştı. Nitekim şiirleri de iyi insanın şarkılarıdır.
-1930 lardan 1950 lere kadar şiire emek veren, şiiri ciddi bir uğraş kabul ettiği için başarıya ulaşan, dergilerde, kitaplarda ve antolojilerde kalıcı ve güzel şiirlerine rasladığımız Hamit Macit’in şiir yazmayı birden bırakmasını neye bağlıyorsunuz? Bu kopuş, değerbilmezliklere, vefasızlıklara karşı bir tepki midir sizce?
-Hamit Macit’in 1950 lerden sonra şiirden, birden bire çekilmiş görülmesini, eğer gerçekten öyle ise, değerbilmezliğe, vefasızlığa bir tepki gibi nitelemek yerinde olmaz. Sanırım ki, övgülere, sözedilmelere pek önem veren bir kişi değildi. İstidadı varsa, karşılık beklemeden, salt kendisi için hemen yazıyordu. O güzel şiirlerine karşın, isteyerek gerilerde durmuş olması bundan olsa gerek. Yaşayışında şiiri birinci planda tutmamış gibi de bir hali vardır ve bence bu bir gerçektir ve onun hatasıdır. Öyle olmasaydı bugün çok daha hacimli bir şairle karşı karşıya olacaktık. Şiire, iyi ve ince duygularının, sevgisinin, özlemlerinin bir mahfazı olarak bakmış olmalı: gümüş bir mahfaza. Buna karşı, mesleğini, bir ahlak titizliği ile, büyük yeteneğine sahip bulunduğu şiirden yeğ tutmuştur. Hiç değilse öyle görünüyor. Şiire adeta, yorucu ve bir yerde hatta doyurucu görevinin dinlendiren bahçesi gibi bakmıştır.
–Behçet Necatigil Varlık’taki yazısında Hamit Macit Selekler’in şiiri ile Ziya Osman Saba’nın şiiri arasında bir yakınlık, bir benzerlik kuruyor. Bu konuda sizin kanaatiniz nedir?
-Evet Behçet Necatigil’in yazısını okudum. Cins şair nerde neyi bulacağını, bulduğunu unutmamayı ve değerlendirmeyi çok iyi bilen kişidir. Behçet Necatigil budur ve öyle yapar. İlk seda ondan duyulmuştur. Teşekkürlere değer. Selekler’in Ziya Osman Saba ile yakınlığı, bir anlamda evet vardır, ama büyükçe ayrıntılar da vardır. Müzikleri ayrıdır. Biri yani Ziya daha duygulu, daha santimantal, Hamit daha biçimci, daha plastik, daha aydınlıktır. Hamit Macit bir “ev içi” dir. Vatan ve ev, İngilizlerin “Home” dedikleri kelimenin şairi. Hamit Macit’te ev içleri, portreler, natürmortlar, bahçeler, güneşler, pencerelerden sonsuzlukla karışarak buğulanan vatan ve tarih peyzajları vardır. Akıncıları, bayrakları sever. Fakat her şeyden önce kusursuz biçimci, bizde ilk kez tam anlamı ve disiplini ile “Sone”ler yazmış, dizeleri “Enjambement” denilen atkılarla birbirine eklemesini ustaca başarmış, şiirin bütününde en az kusur bırakmış, belki çokca derin değil ama aydınlık ve pürüzsüz; Türk şiirinde ayrı ve belirli bir yeri bir kişiliği olacak, unutulamaz, geçiştirilemez, iyi ve alabildiğine insancıl, üstelik mütevazı bir şair. Bir çok parçalarına konu olan Antalya, şimdiden onu mütevazı da olsa, unutturmayacak bir davranışa geçse ne kadar mutlu ve bütün ülkemize ne kadar yararlı bir vefa örneği verirdi. Hamit Macit buna layıktır.

