HAMİT MACİT SELEKLER İÇİN Muzaffer Uyguner

 

Hamit Macit Selekler, 1930 yıllarında şiire giren kuşak içinde ele alınıp değerlendirilmesi gereken bir sanatçıdır. Ahmet Muhip Dıranas’ın İlhan Geçer ile yaptığı konuşma da bu konuda bize cesaret vermektedir. Hatta, Dıranas, 1930 yıllarındaki “Gençtürk Edebiyatı Derneğinden” de sözetmektedir. O yılların şiirinde Fransız simgecilerinin dize kuruculuğundan yararlanılmak istenmekte ve fransızların sonnet kalıpları denenmektedir. Ziya Osman gibi Hamit Macit de bu kalıba uyarak şiirler yazmaktadır. Geçen yılların ardından bakacak olursak, Hamit Macit’in sonnet’lerindeki başarısı daha iyi görülmektedir.

Selekler, o yıllarda yazdıklarında doğup büyüdüğü Antalya        çevresinin ılık ve portakal kokulu havasını yansıtmaktadır, Bütün yıl boyunca sürüp giden yeşillikler, ılık ve yazların sıcak havası, portakal bahçelerinden yayılan çiçek kokuları, bu ağaçların gölgesinde ve serinliğinde geçen çocukluk yansır bu şiirlerde. Bazı bazı da batıdan alınmış konuların bir öz olarak şiirlerine girdiğini görürüz. Yumuşak, uyumlu bir söyleyiş Ziya Osman ile aralarında bir benzerlik gibi görünmektedir. Ancak, Selekler, belirttiğimiz konulan öz olarak alırken Ziya Osman Saba ölüp giden anne ve babasının ardından gözyaşları döker ve onların anıları ile yaşar; onun şiirlerinde İstanbul ve bu kentin içinde acılarla dolu bir çocukluk yansır. Her ikisi de iyiliğe dönük, insanların iyilik ve mutluluk dolu bir dünyada yaşamalarının özlemi içindedir. Her ikisi de bir “veli” davranışı içindedir. İnsanların mutluluğu, çocukların isteklerinin yerine getirilmesi her ikisine de mutluluk verir, kıvanç verir. Selekler, şiirine getirdiği tarih bilinci bakımından da ayrılır Saba’dan.

Selekler’in Antalya çevresiyle ilgili şiirlerindeki bileşimde  ve renkte Ömer Bedrettin Uşaklı’nın şiirine yakınlık buluyoruz. Bu benzerlik, Ömer Bedrettin’in Manavgat Şelâlesi ile ilişkisinden doğan bir benzerlik değildir; bu benzerlik, yurt güzelliklerinin lirik bir söyleyişle, renk ve koku olarak, şiire sokulmasıdır. Her ikisinin şiirinde, de doğanın bir betimlemesi ve doğanın güzelliği karşısındaki duygulanış görülür. Her ikisinde de, bu doğa içindeki, bu güzellikler içindeki insanı bulamayız. İlk şiirlerinde Fransız kalıplarını kullanan Selekler’in yanında, Uşaklı, halk şiirimizin kalıplarından yararlanma yollarındadır. Her ikisi de Anadolu’yu dolaşmış ve bize güzel betimlemeler getirmişlerdir. Kızının ölümü üzerine Uşaklı “Sarıkız Mermerlerini”, Selekler de oğlunun ölümü üzerine “Rüştü Selekler”’i yazmıştır. Uşaklı daha gerçekçi ve duygulu, Selekler daha mutasavvıf ve düşünceye dönüktür.

Hamit Macit Selekler, sağlam bir kültüre dayanan bir tarih bilincini ve gururunu da öz olarak kullanmıştır. Bu özü çok güzel şiirler yazarak başarıyla kullanmıştır. Özellikle “Tarih III” adını taşıyan şiiri yıllardır belleğimizden çıkmamıştır: “Turnayı görmedim, fakat, tanırım,/Bir ümit önünde koştuğum zaman/Geçmişi anarak coştuğum zaman/ Kendimi Budin’in Beyi. sanırım/Hülyamda Vistol’e dek uzanırım,/ Atım eğilerek içer o sudan./Avucumda gibidir Eflâk ve Buğdan,/ Erdel, Basarabya, Azak ve Kırım./ Tarihi ne zaman açıp okusam,/ Günlerce, bir ateş şakaklarımda,/ Günlerce içerim yanar, kor olur./ Bir istek tutuşur dudaklarımda./ Sonra parça parça dağılır tasam,/ İçim Sakarya’da teselli bulur.”

Selekler, ilk yapıtının adını Sulh ve Diğer Şiirler koymuştur. 1944 yılında yayımlanan bu kitaptaki şiirlerin daha sonra yayımlanan (1956) İyilik adlı kitabının bir bölümü olarak yayımlandığını biliyoruz. Her iki kitabına koyduğu adlar onun şiirini ve şiirine egemen olan anlayışını, şiirinin özünü de belirtir.

İyiliğin başına, Arthur O’Saughnessy’nin şu cümlesini koymuştur: “Biz musiki yapıcılarıyız; rüyaların rüyasını kurarız; cihanlar kaybeder, cihanlardan vazgeçeriz; fakat dünyayı ebediyen sarsan ve harekete getirenler de bizleriz.” Ozanların, sözcüklerle bir musiki yarattıkları bir gerçektir. Seleklerin şiirine baktığımız zaman da bu musikiyi buluyoruz. Özellikle uyakların değişik sözcüklerden seçilmesi ve musikiyi yaratacak nitelikte bulunması dikkatimizi çekmektedir. Bu arada, uyakları yerleştirmesi ve dörtlüklerin dizelerine değişik biçimlerde serpiştirmesi de musikiyi yaratan öğeler olarak değerlendirilmelidir.

Onun şiirinde “nisan” sözcüğünün önemli bir yeri olduğu da dikkati çekmektedir. İlk kitabının bir bölümünün “Nisan Sabahına Yeminederim” adını taşıması da bu dikkatimizi arttırmaktadır. Bir bahar ayı olan Nisan, şiirinde gençliği, tazelenmeyi, yeniden canlanmayı simgelemektedir. Çok sonraki yıllarda yazdıklarında da bu sözcüğün aynı anlamda ve özlem içinde kullanıldığı görülmektedir.

Şiirinin gelişim çizgisini izlersek, ilk şiirlerindeki lirizm ve doğaya dönük, doğa karşısındaki duygululuğun gittikçe düşünceye dönük, tasavvufa yaslanan bir söyleyişe vardığını görürüz. Bütün kavgalardan, kötülüklerden uzak; mutluluk, barış ve iyilik dolu bir dünya özlemi ve varsayımı bütün yaşamını ve özellikle son yıllarını doldurmuştur. Şiirine bu açıdan bakarsak değerli parçalar ve dizeler bulabiliriz. Çatışmalar ve toplum katmanlarının kavgası açısından bakarsak pek bir şey bulunabileceği kanısında değiliz. Ancak, çatışmaların sonunda bir mutluluk bekleyenler, oraya kavgasız nasıl erişme olanağı olabilir diye düşünürlerse gene bir şeyler bulacaklardır Seleklerin şiirinde.

Selekler, şiirlerinde, mutluluk ve iyilik dolu barış içinde yaşanan bir düynanm özlemcisi olarak görülmektedir. Musiki ve renk, bu insancıl dünyanın vazgeçilmez öğeleridir.

Baki Süha Ediboğlu’na göre, “orta boylu, açık yeşil gözlü, daima güler yüzlü bir insan.. Vücuduna göre, bir hayli büyükçe duran başı, ufacık elleri ve ayakları ile spor ve hareketten uzak kalmış bir bünye. Mat ve duru bir beniz. Daha çok kafası ile, gönlü ile çalışanlara mahsus ürkek, biraz durgun ve çekingen bir hali vardır Hamit Macit’in.” (Bizim Kuşak ve Ötekiler, s. 85). 1909 yılında Antalya’da doğmuş ve 23 Ocak 1974 tarihinde Ankara’da ölmüştür. 1931 yılında Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirip yargıçlığa başlamış bütün ömrü boyunca da yargıçlık yapmıştır.

Şiirlerini ilk olarak Servet-ifünün — Uyanış dergisinde ‘ yayımlamış ve Varlık dergisinin ya-yına başlamasından sonra uzun süre bu dergide şiir yayımlamıştır. O yıllarda Çığır delgisinde de şiirlerinin yayımlandığını biliyoruz. Son yıllarda ise Ankara’da yayımlanan Çaba dergisinin hemen her sayısında bir şiiri görülmüş ve hu arada zaman zaman da Hisar’da şiirler yayımlanmıştır. 1956 yılından sonra yazdıkları bir kitapta toplanmış değildir.

Varlık Sayı 809 Şubat 1975 Sayfa 12