HAMİT MACİT SELEKLER Behçet Necatigil

 

Anadolu Ajansı çıkışlı ölüm haberini  İstanbul’da yalnız bir gazete, iki spor sayfası arasında sondan bir önceki sayfada verdi.. Onda da Yargıtay ve Yüksek Hâkimler Kurulu üyesi olduğu belirtiliyor, şairliğinin sözü bile edilmiyordu. O günkü, ertesi günkü başka gazetelerde, yoktu bu kadarcık duyuru bile. Oysa unvanların ötesinde, üstünde değerli bir şairdi Selekler. Hazırca önlerine gelen bir ajans bülteninden, değerli bir şairin ölüm haberine bir kibrit kutusu büyüklüğünde bir yer ayırmayı gereksiz gören gazeteler futbola ve şarkıya çifte sayfalar, ekler, ilâveler veriyorlardı. Oysa, tesadüf, birkaç şiirini, bir kitabını okumuş olan edebiyatseverleri ısıtacak güçte ve adını unutuşlardan uzun süre koruyacak güçte bir şairdi Selekler.

Ortaokul öğrencisiydim, bir şiir defterim vardı. Dergilerden ya da ilk .kitaplarından şiirlerini saygılı – hayran bu deftere geçirdiğim, o günlerin en yeni şairleri: Cevdet Kudret, Ziya Osman, Yaşar Nabi, ve sonrakiler: Hâmit Macit, Ahmet Muhip, Cahit Sıtkı ve başkaları. Sevgilerini bugüne getirdiğim; şiirin soylu, sıtmalı, yüce bir uğraş olduğunu kendilerinden öğrendiğim şairlerden biriydi Selekler. Şiirlerini çok okudum, bir zamanlar çok okuttum.

1933′lerden 53′lere kadar en az yirmi yıl şiire emek vermiş, sonra birden, nedense yazmayı bırakmıştı. Geride bıraktığı iki kitabının adlarının, (Sulh ve Diğer Şiirler, 1944; İyilik, 1956) uyandırdığı çağrışımlardan , olmalı: sevgili Ziya Osman’ı hatırladıkça Selekler’i de beraber hatırlarım. Temiz, beyaz duyguların; vefa, dirlik – düzen ve iyilik, özlemlerinin şairleriydi onlar..

 

İkinci kitabının başına Samuel Butler’in bir sözünü koymuştu: “Eserinize

düşmanınız tarafından meydana getirilmiş gibi bakınız, onu hayranlıkla seyrederseniz mahvolursunuz!” — Bu sözü tuttu, eserini hayranlıkla seyretmedi. Yoksa reklamlara kalkar, eşine dostuna yazılar yazdırır, takma adlarla kendisi için övgüler bile kaleme alır, sonradan sanki bir işe yarayacakmış gibi, bunları dergilerde pekâlâ bastırabilirdi. Ne ortalarda göründü, ne iddialarda bulundu, Yalnız şiirlerini yazdı; kitaplarını bile kendi parasıyla yayınevleri dışında bastırdı, başarısını merak dahi etmedi. Bu tür davranışların önemini gün gün daha iyi anlıyorum: Ömrümüzün eni boyu nedir ki! Gemiler gittikten sonra deniz üstü dalgasız.. Ne bir ses, ne bir iz.

Nasıl bir şiirdi şiiri? İlk kitabına yazdığı uzunca bir önsözde, Avni Givda, özellikle şu paragrafta bu şiirin tanımını en belirgin çizgilerle özetliyor:

“Sun’î tasvirlerden, süskelimelerden daima uzak kalmış; mutaassıpça ahenkli; söylenmek isteneni anlatmak üzere titizlik ve hassasiyetle seçilmiş ve dizilmiş kelimeler; şairin yazarken duyduğu ürpermeyi okuyana ve dinleye ne aynen duyurabilecek, tarifi imkânsız ve şiirin hüviyetine çıkmazcasına sinmiş bir büyülü hava; sevinç ve üzüntüde, ümit ve ümitsizlikte ışıklılık; en küçük zahmetle en büyük tesiri yapabilmek mucizesi; erkekçe hassas bir ruh… Hâmit Macit Selekler’in şiirlerinde bir kısım ana çizgi olarak işte bilhassa bunları görüyoruz.”

Yerinde yargılar. Evet; kişinin duygusal yanı, yurt güzellikleri, tarih gururu; gönülden bağlılıklarla içe sinmiş, kan – bakış ve hâtıra olmuş, ruh kazanmış, ve Hâmit Macit bunları durulmuş, arınmış, pek güzel dile getirmişti. Şimdi yakın dostu Baki Süha Ediboğlu’nun Bizim Kuşak ve Ötekiler (1968) kitabındaki resminde, durgun, kayıtsız,- sonsuzluğa bakıyor: Aşkın ve hâtıraların hakkını vermiş, yurdunun güzelliklerini özlü – canlı yansıtmış, epik şiiri lirizmle kaynaştırmayı başarmış; yaptığı işi inanarak ve onurla yapmış bir şair olarak. Unutulmayacağmı umduğum, dilediğim bir şair olarak.

Varlık Sayı 798 Mart 1974 Sayfa 6