BİR GENÇ ŞAİR HAKKINDA Ziya Osman Saba

Varlık’ın kıymetli bir antoloji mahiyetini almış olan üç cildini her karıştırışımda, bir genç şairin, Hamit Macit’in şiirlerini tekrar tekrar okumaktan zevk duyuyorum.Bundan yedi, sekiz sene evvel, sanat hayatına ilk girdiği zamanlar;

Şeklalır semaverde
Gümüşten şeffaf bir sır.
Porselen kadehlerde
Süzülmüş renk ve ıtır.

diye başlayan şiirle, bir çay sofrasının buğulu ve ılık samimiyetini duyuran Hamit Macit, bugün Varlık sayfalarında, “Lâcivert esen denizler”in, “Akdeniz sularını okşayıp gelen meltem’lerin, kısaca, “Güzü nisanlara eş Antalya’nın, hasretini çektiğimiz bir saadetin şiirini yazıyor.

Bazı ressamlar vardır; tablolarındaki denizler, diplerinden gelen, daima aynı mavi-yeşil ile aydınlanırlar; peyzajlarında daima aynı ışık, aynı hava vardır.

Öyle ki, artık o ressamlar bizim için, filânca yahut falanca tablonun ressamı değil, ruhumuzu dinlendiren renklerin ve ışıkların ressamı olmuştur.

İşte Hamit Macit’in şiirlerini okurken de aynı haz içinde  kalıyorum.

Onun şiirlerini bazan güneşli bir sabah tahayyülüyle [hayaliyle] ısınmak için okuyorum:

Işık mesafelerde kurdu yapılarını.
Yuvadan uçtu serçe, dallarda kurudu
nem,
Akdeniz sularını okşayıp gelen meltem.
Açmak için zorluyor evin kapılarını.

Yahut:

İşte, gün -dışarda- serpilen ışık,
Düşen ses, solan yüz ve birkaç sayı.
Yüzün pençe pençe, saçın dağınık;
Beyaz örtüsüyle kurdun masayı…

“— Sofra hazır” hava dalgalı ılık,
Sesin andırıyor gergin bir yayı.
Ve sen çok güzelsin, sevgilim, artık
Sildin başımdaki günlük tasayı…

Bazan bütün bir yazın güneşini tanelerinde hapseden üzümlerin kokusunu duymak için okuyorum:

Çırpınıyor, kuşlar gibi, göğsümün
İçinde sevinçler şafaktan beri;
Yaz sabahlarının, rengin, üzümün
Avuçlarındadır en iyileri.

Topladın güneşle bağa inerek
Asmadan salkımlar, saksıdan çiçek;
Topladın sabahı pırıltı ve renk
Gibi yapraklara seren çiğleri..

Hamit Macit bu şiirleriyle, bir şair için en büyük hazine olan, ruhunu keşfetmiştir, denilebilir. Bu ruh, şüphesiz, o kadar engin yahut namütenahi [sonsuz] derin değildir; fakat onun da kendine mahsus güzelliği var: Berraklığı. Renge, ışığa, kokuya ve bütün bunların mezci [katma, karıştırma] demek olan bahara âşık bu ruh, her güzelliğin geçiciliği karşısında en büyük hasreti çekmekte:

Hangi renk, hangi koku ve hangi
bahçe bilsem
Yaşıyor fasılasız solmayan baharını.

Şiire mutlaka bir vazife yüklemek isteyenleri tatmin için ise, Hamit Macit’in şiirlerinin tamamıyla mahallî olduklarını söyleyebilirim. Hem bu mahallîlik, birçoklarının istediği gibi, memleket, köy, semt ismi sıralamakla değil, hakikî manasıyla tecelli etmektedir.

Hamit Macit’in mısraları arasından memleketin güneşi hissediliyor. Hamit Macit’in hiç kusuru yok mu? Onun kusuru bir meziyetinden doğuyor: Hamit Macit velut bir şairdir. Fakat ne kadar yazık ki, bu veludiyet ona arasıra, fena demeyim, o kadar güzel olmayan şiirler de yazdırtıyor. Bu güzel olmayan şiirlere hafızamızda yer vermemek suretiyle, şaire esas kıymetinden bir şey kaybettirmemek mümkün; fakat, bazı çok güzel şiirlerin arasına sıkışmış tek tük fena mısralar karşısında insan ne yapacağını şaşırıyor. Çok kere onun güzel bir şiirini, fena mısraları mehmaemken [mümkün olduğu kadar] şiirin umumî zevkini bozmayacak mısralarla değiştirip okuduğumu hatırlıyorum.

Hamit Macit’in asıl benim sevdiğim bu şiirlerinden kısaca bahsettikten sonra onun başka bir cephesine, “Vatan şiirleri” tarafına hiç olmazsa işaret etmeden geçemeyeceğim. Hamit Macit’in şiirlerinin esas bir karakteri olan samimiyet, vatan şiirlerine de hususî bir çeşni veriyor. Bu samimiyeti Hamit Macit’ten başka Kemalettin Kâmi’nin vatan şiirlerinde de bulmuştum. Hamit Macit’i, eminim, bugün şiir okuyanların çoğu tanımıyor.

Daha geçenlerde bir şair bile yaptığı antolojide bu arkadaşını unutmuştu. Kıymetli, kıymetsiz birçok genç şairleri tetkik etmekle büyük hüsnüniyet göstermiş olan bir edebiyat mualliminin eserinde Hamit Macit ismen dahi yok. Bütün bunların sebebi basit: Hamit Macit “Babıâli şöhreti”nden nasibedar değildir, zira “Babıâli”den uzak yaşıyor, evet, memleketin bir köşesinde hakikî bir şair yaşıyor…

Varlık, S. 80, 1 Ikinciteşrin [Kasım] 1936.

Ziya Osman Saba Konuşanları bir hüzünle sesinde. Yazılar, söyleşiler, mektuplar. Derleyen: Tahsin Yıldırım. Alkım Yayınevi 2004, Sayfa 53-56.

O, bütün bu 15 sene zarfında kendi köşesinde, kendi inandığı ‘güzel’i elindeki âletlerden bir tekini bile değiştirmeye lüzum hissetmeksizin yontmakta devam etmiştir. Bugün ortaya koyduğu eser birkaç cepheli bir billur gibi ışık saçıyor.

Tetkiki kolaylaştırmak için bu cephelerden her birini teker teker ele alacağım:

Aşk Şiirleri: Temiz, pürüzsüz bir aşkın, kitabın diğer bütün şiirleri gibi muntazam vezin, tam kafiyelerle örülmüş şiirleri. Onları, bir aşk saadetini tadabilmek için sık sık okuyorum. Fransız şiirinde de, böyle akıcı, rahat mısralarla aşk şiiri okumak istediğim zamanlar Henri de Regnier’yi açarım.

Kitaba ismini veren ve bütün dünya sulh içinde iken yazılmış olan “sulh” serisine ait şiirler de birer aşk şiiridir. En mesut bir halayının şiirleri diyeceğim:

İşte gün, dışarda serpilen ışık,
Düşen ses, solan yüz ve birkaç sayı,
Yüzün pençe pençe, saçın dağınık.
Beyaz örtüsüyle kurdun masayı. *

Sofra hazır!” hava dalgalı ılık.
Sesin andırıyor gergin bir yayı.
Ve sen çok güzelsin sevgilim, artık,
Sildin basımdaki günlük tasayı.

Bu balayıları içindeki yegâne ayrılık, harbe, ölüme gitmek için değil, sadece vatan hizmetini yapmak içindir. Ve şu tesadüfteki güzelliğe yahut şairin ailesi için, kışla karşısında bir ev tutmayı düşünmesindeki inceliğe bakın:

Evimiz kışlanın karşısındadır,
Her gün akşamüstü pencereden bak.
Bir yıl nedir ki? O da su gibi akıp geçecek:

Bir yıl bir su gibi akıp geçecek.
Ayımlık bir sabah, karşında gerçek
Ben bulunacağım. Sevineceğiz.

Fakat bu bir yıl içinde genç subay elbette izinli de gelebilecek. İşte “İzin Verilirse” şiirinden iki parça:

Kapıdan içeri girdiğim zaman,
Sabahla açılıp dolacak odan.
Saçlarını bir an okşayacağım,
Sonra diyeceğim “Ben geldim, uyan!”

………………………………

Uzun kirpiklerin aralıklanır,
Yüzünde dağılmış saçların vardır,
Bir dakka önce rüyalarında
Gördüğü çehreyi gözlerin tanır.

Ne yazık ki, izin de bitecek!.. Hattâ bitmeden ayrılık üzüntüsü kalplere çökmektedir:

Diyorum: “Üzüyor bizi ayrılık”
Diyorum: “Başımda senin aydınlık
Gözlerin kalacak parlayacaklar.”

Diyorsun En güzel bir deyişle sen,
Sesinde ürperiş, titreyişle
“Senseni seviyorum gözlerim kadar.”

Nihayet gelip çatan veda saati:

O, bir çocuk gibi kaldı ardımda:
Gözleri yaşlıydı, sesi titrekti.
Ben ona yaklaşıp ederken veda,
Bir şey diyemedi, içini çekti.

Ne diyeyim, dostum Hamit Macit, ben de böyle aşk şiirleri yazabilmenin sırrına ermek isterdim!

Memleket Şiirleri: Bu memleket parçası “Güzü nisanlara eş Antalya”dır. Cenup iklimi, aşk şiirlerini zaten tatlılaştırmakta idi: Ebedî bir baharda ebedî bir aşk!.. Daha kitabın başındaki sulh şiirlerinde şair şöyle diyordu:

İşte Antalya ‘da ilkbahar açtı,
Kır yeşil, su yeşil, gözlerin yeşil.

Fakat şair bu kadarla iktifa etmek istememiştir, işte kitaptan birkaç tane sırf memleket şiiri serlevhası: “Antalya”, “Antalya’da Sonbahar”, “Antalya’da Kışın İlk Günü”. Bu son şiirlerin tamamını alayım:

Yaprakların tükendi rengi,
Altınla, donandı sanki dallar,
Ev, bahçe, sokak ve muz, hevengi
Boydan boya sonra portakallar. *

Tek parça göğün derinliğinde
Birkaç bulut ince, ak ve solgun.
Bir mavi bakış serinliğinde
Antalya, deniz, birincikânun

Antalya ve aşk!.. Bu iki konuyu daima işleyeceğine şair, bir şiirinin sonunda, nisan sabahına yemin ederek, söz vermemiş miydi:

Mademki görüyor seni gözlerim
Nisan sabahına yemin ederim
Ki sesim andırıp gergin bir yayı
Anlatacak seni ve Antalya’yı.

Tarih Şiirleri:

Tarihi okurken diyorum ki:
“Gönlümde bu hasret bu alev ne?”
Sarmış beni daussılasıyla
Niş, Kosova, Mohaç, Varna, Plevne!

Bir şair, tarihi ancak böyle yer yer kederlenerek, yer yer kahraman kesilerek okuyabilir:

Geçmişi anarak coştuğum zaman
Kendimi Budin’in beyi sanırım.

Yahya Kemal’den sonra en güzel tarih şiirlerini bizde Hamit Macit yazmıştır diyebilirim.

Harbe Dair Şiirler: Mazi kadar, içinde bulunduğumuz günler de, yaşamakta olduğumuz korkunç tarih de Hamit Macit’i alâkalandırıyor. Temiz aşkını dinlediğimiz şair artık, üç çocuk babası olmuş, İkinci Dünya Harbi de başlamıştır:

Üç çocuk babası genç, otuz iki yaşında

……………………………..

Her kanat kırıldıkça kaç gönül parçalanır,
Bu anda, bilmiyorum, kimler ağlamaktadır?
Çocuğumu göğsüme çekiyor ağır ağır
Diyorum: “Senden önce Tanrım beni alsın da.”

Kitaptaki bu, harbe dair şiirlerde bir Tevfik Fikret isyan ve heyecanını bulur gibi oldum. Tevfik Fikret de sağ olsaydı, 1939 Rus Fin Harbi’ndeki, Fin mukavemetini böyle övebilirdi:

Sonsuz saygı duyacak tarih bu destan için,
Siz ki hürriyet için, hak için, vatan için,
Medeniyet uğruna, namus, şeref, şan için,
104 gün kahramanca hasma göğüs gerdiniz,
Milletimin erdiği mertebeye erdiniz…

Çocuklar: Kitapta bir de “Çocuklar” diye bir kısım var. Kitabın en küçük kısmı: Üç sayfacık! Şairin üç çocuğundan en küçüğü, göğsüne çekip “Senden önce Tanrım beni alsın” diye yalvardığı oğlu Rüşdü, üç yaşında hayata gözlerini yummuştur. O öldükten sonra da artık, bütün çocuklara karşı şairin hassaslığı artmış bulunmaktadır. İşte kitabın en beşerî ve şairin kitaba girmiş en son şiiri olan “Çocuklar”dan birkaç kıta:

…………………….

Dağınık saçları alınlarında
Çocuklar, perişan, sevimli, fakir.

Çocuklar, yakından tanıdıklarım:
Birisi her akşam gazete satar,
Öbürü bir anne dizinde, yarım —
Örtüler içinde arsada yatar.

Daha ötedeki bir lokantanın
Kapısı önünde bekler öğleyi.
Çeşmenin yanında duran sarışın
Büyüyor bilmeden “anne ” demeyi…

ve kitabın en acı beyiti, küçük Rüşdü Selekler’in mezarcığını anlatmaktadır:

Görseniz ne kadar küçük ve hazin
Merkezefendi’de kalan mezarı.

Antalya, cenup, portakallar, muz hevenkleri, ebedî aşk, ebedî bahar, sonra Merkezefendi’de küçük bir tümsek!.. Hangi hayat pürüzsüz, tamamıyla mesut geçebilirdi!.. Şair baba, kitabını küçük Rüşdüsünün ruhuna hediye etmiştir.

Yücel, S. 99, Temmuz 1944.